• https://www.facebook.com/izmirdiyanet-sen.org
  • https://www.twitter.com/nail hoca çelik
  • https://www.youtube.com/nail hoca çelik

TERAVİH RESULULLAH'IN SÜNNETİ,HZ.ÖMER'İN EMANETİDİR

X

 

Teravih Namazı Ramazan’ın Şi‘ârıdır.

Prof. Dr. Hüseyin ELMALI

Adı :

Teravih: Tervîhanın çoğuludur. Terviha: Sözlükte, oturma, dinlenme, ara, mola, teneffüs gibi anlamlara gelen bir mastardır. Dinî terim olarak Tervîha, Ramazan gecelerinde, dört rekat namaz kılındıktan sonra, bir o kadar namaz kılacak miktar oturup dinlenmeye denir. Sonra mecazi olarak her dört rekata da Tervîha adı verilmiştir. Dolayısıyla terâvîh: Tervîhalardan oluşan namaz, tervihalı/dinlenmeli/molalı namaz demektir. Mütercim Asım Efendi bu kelimeyle ilgili olarak şu açıklamaları yapmaktadır: “ Tervîha: -Teslîme vezninde- Ramazan gecelerine mahsus Teravîh namazının her dört rekatına denilir. Ve bu, (Rahat) kelimesinden tef‘île (vezni) dir ki, merre-i vahide (bir kere/binain merre)dir. -Nitekim “ teslime (de), selamdan tef ‘île (vezni)dir-. İki selam arasında bir miktar dinlenmek ve istirahat olunmağa bu ad verilmiştir. Itlâkât-ı şeriyyeden (dinî terimlerden/ifadelerden/kullanımlardan) dir.”

Teravih namazı bu adı muhtemelen Hz. Aişe’nin Peygamber (sav)in bu namazını anlatırken kullandığı “yetaravvahu” kelimesinden almıştır. Nevevî’nin rivayet ettiği hadiste Hz. Aişe (ra) şöyle der:

كانَ رسولُ اللهِ صَلَّى الله عليه وسلّم يُصَلَِي أرْبَعَ رَكعاتٍ في الليل ثم يَتَرَوّحُ فأطال حَتَّى رَحِمْتُهُ.

“Peygamber (sav) geceleyin dört rekat namaz kılar, sonra dinlenirdi; zira namazı çok uzatırdı öyle ki kendisine acırdım.” İşte bu hadiste geçen (summe yetaravvahu = sonra dinlenir, istirahat eder.. ) kelimesiyle, teravih kelimesi aynı kökten gelmektedirler. Araplar insanı dinlendirici ve rahatlatıcı olan yelpaze, fan, vantialtör vb. aletlere de aynı kökten “mirvaha” ve rahatlamak için gezinti ve dolaşmaya da “tervihatu’n-nefs” derler.

Arapça kaynaklarda daha çok “ kiyâmu ramazan (ramazan namazı), kıyamu’l-leyli fî ramazan(ramazan gecesi namazı)” şeklinde geçen Teravih namazına bu ismin ne zaman verildiği kesin olarak belli değilse de, namazın kılınışına dayanarak verilen bir isim olduğu düşünülürse, bunun çok erken dönemlerde verilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Hükmü ve Fazileti:

Teravih namazı Ramazan gecelerinde, yatsı namazından sonra ve vitir namazından önce kılınan bir namazdır. Erkek- kadın bütün inananlar için sünnet-i müekkededir. Nevevî: “Ülemanın icmaiyle sünnettir.” demektedir.

Çünkü Peygamber (sav) bu namazı kılmış, kılmaya devam etmiş ve insanları da bunu kılmaya teşvik etmiştir. Sahabe, tâbiin ve onlardan sonra gelen bütün müminler de bu namazı kılmayı günümüze kadar sürdürmüşlerdir. İslam tarihi boyunca Teravih namazının edası/ kılınması ve varlığı hakkında kayda değer bir tartışma da olmamıştır.

İslam alimleri arasında Teravih namazıyla ilgili ihtilaflar, bu namazın varlığıyla ilgili olmayıp, daha çok rekat sayısı ve cemaatle kılınıp kılınmaması hakkında olmuştur.

Çünkü, teravih namazı, sahur gibi, Ramazan ayının şiarlarından (ayırıcı işaretlerinden, alametlerinden) birisidir. Sahursuz, Ramazan düşünülemediği gibi teravihsiz bir Ramazan da düşünülemez ve hiçte olmamıştır. Teravih namazının bütün Müslümanların gönüllerinde çok ayrı ve önemli bir yeri vardır, Alemlerin Rabbinin katında da değeri olduğuna gönülden inanılan bir ibadettir. Yaşlısı – genci, kadını- erkeği, büyüğü- küçüğü ile bütün Müslümanların gönlünde yer etmiş olması ve benimsenmesi de bunun en açık delilidir.

Buhâri ve diğer hadisçilerin rivayet ettikleri bir sahih hadiste Peygamber (sav) : “منْ قامَ رَمَضانَ إيمَانًا واحتسابًا، غُفِرَ لَهُ مَا تقدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ “ buyurmuştur . İslam alimlerinin çoğu bu hadisi : “Kim inanarak ve sevabını da Allah’tan bekleyerek Ramazan gecelerini -namaz, kuran okuma ve zikirle- ihya ederse, yani teravih namazını kılarsa onun – büyük günahlardan olmamak kaydıyla[1] – geçmiş günahları bağışlanır.” şeklinde anlamışlardır. Zira Ramazan gecelerine mahsus ve o gecelerde kılınan namaz Teravih namazıdır, başka bir namaz da yoktur, dolayısıyla bu hadis-i şerif, Teravih namazını ve onun faziletini beyan etmektedir. Nitekim hadisi şerifte geçen (قامَ) fiili ile de namazın en önemli bir rüknü olan kıyamı/ayakta durmayı zikrederek, belagattaki “parçayı zikredip bütünü kastetme yöntemiyle” mecazi olarak namazı ifade etmektedir. O da bu ayda kılınan Teravih namazıdır. Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerimde başka ayetlerde de ruku‘ ve secde zikredilerek de namaz kastedilmiştir. Az önce de ifade ettiğim gibi kaynaklarda da teravih namazı daha çok, aynı kökten mastar olan “ Kiyâmu Ramazan (ramazan namazı), Kıyamu’l-leyli fî Ramazan (ramazan gecesi namazı)” gibi başlıklarla ifade edilmekte ve ele alınmaktadır.

Rekat Sayısı:

İslam hukukcularından bir grup Teravih namazının vitir namazıyla birlikte 11 rekat olduğu kanaatine varmışlardır. Bu konuda dayanakları Peygamber (sav)’in sünnetidir. Çünkü Onun (sav), ne Ramazan’da ne de Ramazan dışında bu rekat sayısının üstünde gece namazı kıldığının görülmediği rivayet edilmektedir.

Hz. Aişe’den rivayet eden çok sayıda alim, Hz. Aişe’nin, Peygamber (sav)’in ne Ramazan ayında ne de Ramazan dışında on bir rekattan fazla namaz kılmadığını söylediğini nakletmişlerdir. Hz. Aişe’nin Peygamber (sav)’in gece namazıyla ilgili olarak verdiği bilgiler içerisinde en dikkat geçen ifadesi “…onun namazları ne kadar uzun, ne kadar güzeldi!” şeklindeki sözleridir ki, yukarıdaki sözünde de dikkat çektiği gibi onun, kıyamın uzunluğundan dolayı kendisinin Peygamberimize (sav) acıdığını bildirmiştir. Çünkü başka rivayetlerde de bildirildiği gibi Peygamber (sav) bu namazlarında Kur’an-ı hatmediyordu, yani Teravihi hatimle kılıyordu.

Böyle olmakla birlikte Şafii ve Hanefilerin büyük çoğunluğu (cumhuru) ve Ahmed b. İbn Hanbel Teravih namazının -vitir dışında - yirmi rekat olduğu görüşündedirler.

Onlar bu görüşlerine Beyhaki ve diğerlerinin sahih senetle es-Sâib b. Yezid (ra)’den rivayet ettikleri şu sözünü delil getirmektedirler: “Ömer b. el-Hattab (ra) zamanında ashab Ramazan ayında yirmi rekat namaz kılıyorlardı.”

İmam Malik’in Muvatta’ında –Beyhakî’nin de eserinde– Yezid b. Roman’dan rivayetlerinde: “Ömer b. el-Hattab (ra) zamanında insanlar yirmi üç rekat namaz kılıyorlardı.” Yani yirmi rekat, taravih üç rekat vitir kılıyorlardı, şeklindedir.

İmam Malik’in kendisi: “Teravih namazı vitrin dışında otuz altı rekattır.” demiş ve Medine halkının amelini/yaptıklarını buna delil getirmiştir.

Ez-Zerkânî, el-Muvatta şerhinde buna şöyle açıklık getirmiştir: İbn Habib’in dediğine göre teravîh namazı başlangıçta  vitirle birlikte- on bir rekat idi. İnsanlar bu namazda kıratı(kuran okumayı) uzatıyorlardı. Bu, yani uzun süre kıyamda/ayakta Kur’an okuma, onlara ağır geldi. Okumayı azalttılar ve rekat sayısını arttırdılar, artık ondan sora – vitir dışında- orta bir okuyuşla yirmi rekat kılar oldular. Sonra kıraatı tekrar azalttı – vitir dışında- otuz altı kıldılar ve bu iş böyle devam etti…” Ancak bunda icma‘/ittifak oluşmadığından, bir dönem Medinelere özgü kalıp, daha sonra terk edildiği anlaşılmaktadır. [2]

Görüldüğü gibi konu geniştir. İhtilaf, asılda bir ihtilaf olmayıp detaydadır. Dileyen, Peygamber (sav) kıldığı gibi vitirle birlikte on bir rekat kılar. Dileyen, Müslümanların Hz. Ömer devrinde kıldıkları ve icma‘/ittifak oluştuğu gibi vitirle birlikte 23 rekat kılar. Dileyen de Medine’lilerin yaptıkları gibi vitirle birlikte 39 rekat kılar. Bunda tamamen serbesttirler.

Böyle olmakla birlikte, bunlardan hangisinin daha evla/üstün olduğu konusunda da alimlerimizden fikir beyan edenler olmuştur. Şeyh Mahmûd Hattâb es-Subkî “ed-Dînu’l-Halis” adlı eserinde şöyle demektedir: “Peygamber (sav), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in ilk zamanlarında olduğu gibi amel etmek daha evla ve daha eftal/faziletlidir. Dolayısıyla istersen vitir dışında sekiz veya on rekat kılabilirsin. Bundan sonra fazilet bakımından -Hz. Ömer’in son devirlerinde, Hz. Osman’ın ve Hz. Alinin devirlerinde olduğu gibi- yirmi rekat kılmak gelir, çünkü gece namaz kılma arzu edilen bir şeydir. O konuda Şari‘/dinin koyucusu tarafından da her hangi bir sınırlama gelmemiştir. Peygamber (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Benim sünnetime ve benim Raşit halifelerimin sünnetine sarılın, onlardan ayrılmayın, onları azı dişlerinizle ısırın, yani çok sıkı tutunup asla bırakmayın.”

Görüldüğü gibi yirmi rekat teravih kılmakta en azından Raşit halifelerin sünnetidir[3] ve onların sünnetine sıkı sıkıya bağlı kalmak ta Peygamber(sav)’in emridir. İslam aleminin teravih namazını yirmi rekat kalmaları da bu emre bağlılığın bir gereği olarak asırlardır süre gelmiştir. Bunu başka türlü anlamak, Müslümanları anlamamaktır. Teravih namazının sünnet olduğu hususunda bu denli genel bir icma olduğundan Osmanlı alimlerinden Damad Abdurrahman Efendi (ö.1667), Mülteka Şerhinde teravih namazının sünnet-i müekkede olduğunu belirttikten sonra, inkar edenler için şu ağır ifadeleri kullanmış ve: “ومُنْكِرُها مُبْتَدِعٌ ضَالٌّ مَرْدُودُ الشَّهادَةِ.. … = .. Teravih namazını inkar eden mübtedi‘ (bidatçı), dall (delalet ehli) ve merdudu’ş-şehade (şahitliği kabul edilmez)dir.” demiştir.

Teravih Namazının ve Cemaatle Kılınmasının Önemi:

İslam alimlerinin çoğu teravih namazının mescitte cemaatle kılınmasının evde yalnız başına kılınmasından daha eftal, daha iyi olduğu görüşündedirler. Zira bu namaz, bayram namazları gibi, İslam’ın şiarlarından birisidir ve böyle kılmakta da çok sevap vardır. Çünkü genel olarak cemaatle kılınan namaz yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha üstün ve eftaldir. Sahabe, Peygamber (sav) döneminde bu namazı camide cemaatle kılıyorlardı. Başlangıçta, üç gece de, bizzat Peygamber (sav) onlara kıldırmıştı. Bu durum Raşit halifeler devrinde böyle devam etmiştir.

İmâm Müslim Sahîh’inde Hz. Aişe (ra)’den şu hadisi rivayet etmiştir: “Peygamber (sav) gecenin son üçte birinde çıktı, mescitte namaz kıldı, insanlar da onun kıldığı namazı birlikte kıldılar, derken insanlar sabahleyin bunu birbirlerine anlattılar; bunun üzerine ikinci gece bir öncekinden daha fazla insan toplandı. Bunun üzerine Peygamber (sav) ikinci gece de çıktı, onunla namaz kıldılar, insanlar sabahleyin bunu da anlatır oldular, üçüncü gece mescittekiler daha çoğaldı, Peygamber (sav) üçüncü gece de çıktı, onunla namaz kıldılar, dördüncü gece olunca mescit gelenleri almaz oldu, bunun üzerine Peygamber (sav) onların yanlarına çıkmadı. İçlerinden bazı adamlar: “Namaza! Namaza!” diye seslenmeye ve böylece Peygamberi (sav) namaza çağırmaya başladılar. Peygamber (sav) yine çıkmadı, sonunda sabah namazı olunca çıktı, sabah namazını bitirince insanlara döndü, sonra teşehhüt okudu ve: “… kuşkusuz bu geceki haliniz bizce malumdur; fakat ben bu gece namazının (teravihin) sizlere farz olup da sizin de onu eda etmekten aciz olacağınızdan korktum (bunun için çıkmadım.)” buyurdu.

Şafi ve Maliki alimlerinden bazıları: Teravih namazının evde kılınmasının daha eftal olduğu görüşündedirler. Bunların dayanağı da Peygamber (sav)’in: “Farz namazlar hariç, kişinin diğer namazlarını evinde kılması benim şu mescidimde kılmasından daha eftaldir.”, hadisidir.

Zeyd b. Sabit’in rivayet ettiği bir hadise göre de o şöyle demiştir:  Peygamber (sav) mescitte hasırdan bir oda edindi. Geceleri orada namaz kıldı. Öyle ki insanlar onunla cemaat oldular. Sonra bir gece sesini kaybettiler, duymadılar. Onun uyuduğunu sandılar. Bazıları yanlarına çıksın diye öksürerek boğaz temizleme şeklinde ses çıkardılar. Bunun üzerine Peygamber (sav): “Yaptıklarınızın hepsini biliyorum, sonunda size farz olmasından korktum. Şayet bu namaz size farz olsaydı onu yerine getirmezdiniz. Ey insanlar! bu namazı evlerinizde kılınız, çünkü kişinin, farz namazlar dışında, diğer namazlarını evinde kılması daha eftal/değerlidir.” dedi.[4]

Bazı fıkıh alimleri konuyla ilgili hadisleri toplayarak detaylı bilgi verip sonunda şunu söylemişlerdir: “Şayet Müslüman Kur’anı hıfzetmiş birisiyse, yahut meşguliyetinin onu bu namazını kılmaktan alıkoyacağından ve o gitmeyince mescitte namaz kılınmasının aksamayacağından korkmuyorsa, böyle birinin bu namazını evinde kılması daha eftaldır; aksi takdirde camide kılması daha evladır.”

Teravih Namazında Kıraat/Kuran Okuma:

Teravih namazında kıraati uzatmak, yani uzunca Kur’an okumak -diğer farz ve sünnet namazlarda da olduğu gibi- müstehap yani, istenilen, arzu edilen bir şeydir

Çünkü Peygamber (sav): “Namazın en eftalı kıyamın uzun olmasıdır.” buyurmuştur.[5] Fakat insanlara imamlık yapan kimselerin, arkalarındaki namaz kılanların durumunu gözetmesi, onlardan hepsi için uygun olabilecek miktarda namazı uzatması gerekir. Çünkü içlerinde zayıf, hasta ve ihtiyacı olanlar vardır.

Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi insanlara namaz kıldırdığında namazı hafif tutsun, çünkü içlerinde zayıf, hasta, yaşlılar vardır, ancak tek başına kıldığında dilediği kadar uzatsın!” Nitekim kendisi de, yukarıda belirttiğim gibi, teravihi hatimle kılıyordu.

Enes b. Malik’ten Peygamber (sav)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Namaza başlıyorum ve namazı uzatmak istiyorum, birden çocuk ağlaması duyuyorum, annesinin onun ağlamasından dolayı aşırı derecede onu özleyip ve üzüldüğünü bildiğim için namazımı kısa kesiyorum.”

Burada şuna da dikkat çekmek ve bu hadisleri yanlış anlayarak namazı iyice kısaltanlara ve hızlandıranlara şu uyarıda bulunmak da yarar vardır. Namazlarda en az Kevser suresi kadar bir kısa sure veya ona denk üç kısa ayet, yada bu ölçüde uzun yada orta bir ayeti ağır bir okuyuşla okumak gerekir. Öyle ki bir rekatta: ( سبَّحِ اسْمَ ربك الأعلى) ve ( والنَّجْمِ إاذا هوى) gibi sadece kısa bir ayetle yetinmek ve bunu da olabildiğince hızlı okumak doğru değildir. Bunun yukarıdaki hadislerde anlatılanlarla, yani “..namazı hafif tutsun..” ifadesiyle hiç alakası yoktur, namazın ruhuyla bağdaşır bir yanı da yoktur.

Aksine bunu daha da kısaltıp birinci rekatta( طه)  ve ikinci rekatta ( ما أنزلنا عليك القرآن لِتشقى) şeklinde okuyanların bile varlığı söylenir ki, bunlar cehaletten kaynaklanan görüntülerdir. Bunların yaptıkları -eğer bilinçliyse- namazı küçümseme ve onu hafife almaktır. Arapça ifadesiyle tehavun ve istihfaftır. Namazın ruhuyla ve namazda olması gereken huşuyla taban tabana zıt davranışlardır. Sanıyorum günümüzde “böyle bir teravih anlayışı yoktur” diye karşı çıkılan teravih namazı da bu tür, ne yaptığının farkında olmayan acelecilerin yaptıklarıdır. Böyle kan ter içinde bilmem kaç dakikada bitireceğim diye, hızla kılınan namazın yukardan beri anlattığımız rahat namaz olan Teravih namazıyla ne ismen, ne şeklen ve ne de ruhen alakası vardır. Burada genelleme yapmamak gerektiğini,  Teravih namazını da Yatsı namazı gibi ta‘dîl-i erkana riayet ederek kıldıran imamlarımız çoğunlukta olduğunu elbette biliyorum.  Ancak -beni bağışlasınlar-  bazı imam arkadaşlarımızın yatsı namazının farzında dört ve hatta beş nefeste  okudukları Fatiha ve Fil surelerini,  teravih namazına geçtiklerinde,  hızlı teyp kaydı yapar veya hızlı film çeker gibi, bir nefeste  okumaya çalışıp, tabir caizse verip- veriştirmelerinin izah edilir bir tarafı ve  bir mantığı  var mıdır?! Onun için mutlaka Fatiha’dan sonra doğru bir şekilde, Kevser suresi gibi -kısa da olsa- bir sure, yahut ona denk üç ayet veya o ölçüde orta ve uzun bir ayeti acele etmeden okumak gerekir. Ülkemizde Teravih namazını, namaz sureleri dediğimiz -Fil Suresinden Nas Suresine kadar olan- kısa surelerle ve bu sureleri de tertil üzere, ağır ağır okuyarak kıldırmak, hem namazın sihhati ve cemaatın bu sûreleri -bu vesileyle - gerek okunuş ve gerekse ezber bakımından pekiştirmesi yönünden oldukça faydalı ve sünnete de ugun bir davranış olacağı kanaatindeyim.

Özetlemek gerekirse teravih namazı, kadın-erkek bütün Müslümanlar için müekked sünnet bir namazdır. Rivayetler farklı da olsa Peygamber (sav) bu namazı üç gece ashabına kıldırmış, dördüncü gece mescit dolup taşınca onlara namaz kıldırmak için çıkmamış ve ashabını kendi hallerinde bırakmıştır. Buna mazeret olarak da bu namazı böyle kıldırmaya devam ederse onlara farz olacağı endişesini taşıdığını bildirmiştir. Bu da gösteriyor ki bu endişe olmasa Peygamber (sav) bu namazı böyle kılmayı arzu etmektedir.[6] Hz. Ebu Bekir döneminde ve Hz. Ömer döneminin ilk başlarında da bu şekilde serbestçe Teravîh namazı kılınmıştır. Ancak, hicretin on dördüncü yılında bir gece mescide giden Hz. Ömer (ra) insanlardan kiminin tek başına, kimilerinin de cemaat halinde teravih namazı kıldıklarını görünce: “Bunları bir imamın arkasında toplasak daya iyi olur.” demiş, ashabını toplayarak onlarla istişare etmiş, onlar da bunu onaylayınca bir icma hasıl olmasıyla, Hz. Peygamber (sav) zamanından beri insanların Kur’an’ı en iyi okuyanlarından olan Übey b. Ka‘b ve Temim ed-Dâri’yi insanlara yirmi rekat namaz kıldırmaları için imam tayin etmiştir.

Hz. Ömer (ra)’in kendisininse, teravihi onlarla birlikte kılmayıp, gecenin geç saatlerinde, gecenin sonuna doğru kıldığı bildirilmektedir. Nitekim bir gün insanlar teravih kılarken yanlarına çıkmış, onları cemaat halinde namaz kılarken görünce: “Bu ne iyi bir bidattir, fakat keşke gecenin sonunda kılsalar daha iyi/eftal oldurdu!” demiştir. Burada Hz. Ömer ‘in “ne iyi bidattir!” sözü teravih namazı için söylenmiş bir söz olmayıp; bu namazı cemaat halinde kılmaları, yani cemaat oluşları için söylenmiştir. Nitekim Hz. Ali (ra) da daha sonraları bunu kasdederek “Ömer, bizim mescitlerimizi nasıl nurlandırdı ise, Allah da, onun kabrini öyle nurlandırsın!” diyip, onun bu yaptığını onayladığını ve memnuniyetini ifade etmiştir.[7] Yoksa Hz. Ömer’in, Peygamber (sav)’in kıldığı ve kendinin de gecenin sonuna doğru kıldığı teravih namazı için “bidattir” demesi düşünülemez ve bu mümkün de değildir. Burada şu soru da akla gelebilir, “Hz. Peygamber (sav)’in farz olur endişesiyle cemaatle kıldırmadığı ve insanları serbest bıraktığı bu namazın cemaatle kılınmasını, Hz. Ömer (ra) niçin emretmiştir?” Bunun cevabı şudur: Çünkü Hz. Ömer döneminde artık böyle bir endişe kalmamıştır. Bu yüzden Hz. Ömer cemaatle kılınmasını emretmiştir. Zira Mecelle kaidesinde de “Mani zail olduğunda, memnû‘ avdet eder” tarzında belirtildiği gibi mani gitmiş memnu‘ (yasaklanan) avdet etmiştir. Yani Peygamber (sav) vefat etmiştir, artık bu namazın böyle cemaatle kılınması durumunda farz olma, yada farz olduğunu sanma ihtimal ve endişesi de ortadan kalkmıştır.

Görüldüğü gibi Teravîh namazı bütün Müslümanların icmasiyle/ittifakıyla, yani icam-ı ümmetle sabit olmuş sünnet-i müekkede bir namazdır. Bilindiği gibi icma-i ümmette şer‘i delillerden biridir. Paygamber(sav)in ashabı, tabiin ve ondan sonra gelen bütün İslam önderleri, mezheb imamları ve bütün müslümanlar asırlardır, kadınıyla-erkeğiyle, büyüğüyle-küçüğüyle bu namazı sevmişler ve kılmışlar ve kılmaya da devam etmektedirler ve ila nihaye de devam edeceklerdir. Çünkü Teravih namazları, sahurlar ve iftar saatleri Ramazan’ın ve dolayısyla İslam’ın Şiarlarındandır. Teravihsiz, iftarsız ve sahursuz bir ramazan düşünülmesi mümkün değildir. Teravih namazında camilerin etrafında görülen heyecanı, aşkı, sevgiyi tervihalar esnasında okunan salat-u selamlarda ki coşkuyu, çocukların cami ve çevresinde koşuştuklarını görmek ne kadar güzeldir! Milletimizin varlık sebebi ve harcı olan manevi yönlerini geliştirmek bakımından bunları korumak hepimizin, bütün Müslümanların görevidir. Çünkü dünya ve ahiret mutluluğumuz bunlara bağlıdır. İnşallah – Hadislerde belirtildiği gibi- Ramazan ve Kur’an, bu coşkuyu yaşayan ve yaşatanlara şefaat edecektir. Ne mutlu onlara!

Teravih namazının, bütün bunların yanında ülkemiz insanları açısından ayrı bir önemi daha vardır. Bilindiği gibi ülkemizde -diğer İslam ülkelerinden farklı olarak- kadınların camiye ve cemaate sorunsuzca iştirak ettikleri tek dini etkinlik Ramazan ayında camilerde cemaatle kıldıkları teravih namazlarıdır. Bunun dışında camiye gitmeleri ülkemizin geneli düşünülürse istisnai bir durumdur. Onların teravih namazlarına erkeklerden daha fazla ehemmiyet vermesinin en önemli nedeni de budur. Bir yıl uzak kaldıkları cami ve cemaat hasretini giderme, erkeklerin devamlı yararlanabilme imkanına sahip oldukları -yirmi yedi derece daha fazla- cemaat sevabını kazanma, merak ettikleri cami faaliyetlerini yakından görme, orada verilen vaaz ve nasihatlerden yararlanma ve böylece dini bilgilerini yenileme arzusudur. Bu da onların dini eğitim ve öğretimleri açısından göz ardı edilemeyecek öneme haiz bir etkinliktir.

Yazımı İmam Malik’in Peygamber (sav)’den veya Onun değerli öğrencisi İbn Mes‘ûd’dan bir rivayetiyle bitirmek istiyorum: “Müminlerin güzel gördükleri şey, Allah katında da güzel; Müslümanların çirkin gördüğü şeyse Allalh katında da çirkindir.”

Allah oruçlarımızı, teravihlerimizi, sahurlarımızı, fitre ve zekatlarımızı rızasına uygun ve makbul amellerden eylesin, Ramazan-ı şerifi bütün insanlığın dertlerinden kurtulmaya vesile kılsın! Amin! 14.08. 2011

Prof. Dr. Hüseyin ELMALI

 

 



[1] Çünkü büyük günahlar ancak tevbe ve helallıkla affedilir.

[2] Başka bir rivayete göre de; Medineliler, yaklaşık yedi yıl Medine valiliği yapan, bu esnada beş defa hac emirliği de yapmış bulunan Ömer b. Abdulaziz’in Medine valisi olduğu dönemde otuz altı rekat teravih namazı kılmışlardır. Adaletiyle Hz. Ömer’i zühd ve takvasıyla Hasan Basriyi örnek aldığı söylenen ve Raşit halifelerin beşincisi kabul edilen Ömer b. Abdulaziz’in bundan amacı - denildiğine göre - fazilet ve sevapta Mekkelilere yetişmekti. Çünkü Mekkeliler her dört rekatta teravihten sonra Kabe-yi Muazzamayı bir defa tavaf ederlerdi. Ömer b. ‘Abdulaziz bunu görünce onların her tavafına bedel, dört rekat namaz kılmayı uygun buldu. Teravih esnasında dört tervîha yapılırdı. Bu şekilde on altı rekat bir fazlalık ortaya çıktı. (Bkz. A. Davudoğlu Selamet Yolları, II, 32) İmam Malik’in ölüm tarihinin hicrî 179 (miladî. 795) yılı olduğu düşünülürse Medine’lilerin Ömer b. Abdulaziz’in başlattığı bu teravih geleneğini ondan sonra da uzun süre devam ettirdiği anlaşılmaktadır.

 

[3] Çünkü senedi sağlam görülmese de Peygamberimizin yirmi rekat kaldığını bildiren İbn Abbas ve Cabir’e dayandırılan rivayetler de vardır.

[4] Zeyd b. Sabit’in bu rivayetinde anlatılanlara bakarak, Peygamberimiz(sav)in itikâfa girdiği bir dönemde bu faaliyetlerin olduğu düşülebilse de, bunun daha önce Hz. Aişe’den naklettiğimiz, bir biri ardına üç gece cemaatle teravih namazı kıldığı rivayetiyle çelişir bir yönü yoktur. Zira bu olayların farklı Ramazan aylarında olma ihtimali vardır. Çünkü Ramazan orucunun hicretin ikinci yılı farz olduğunu düşünürsek Peygamber (sav) yaklaşık dokuz ayrı Ramazanı ashabıyla geçirmiştir. Teravih namazını açıklamış olduğu nedenden, yani farz olma ihtimalinden dolayı, devamlı ashabıyla birlikte kılmış olmasa da, farklı Ramazanlarda, ara sıra, farklı günlerde bir iki vakit ashabıyla kılmış olması da uzak bir ihtimal değildir. Rivayetlerin farklılığı da -muhtemelen- bundan kaynaklanmaktadır.

[5] Peygamberimiz teravihi hatimle kılmıştır. Bunun için Teravihle Kur’an’ı kerimi hatmetmek sünnettir. Hatta bir kere hatmetmenin sünnet, iki kere hatmetmenin fazilet, üç kere hatmetmenin daha faziletli olduğu, Müslümanların tembelliğinden dolayı hatmi terk etmenin mekruh olduğu da söylenmiştir. Bu görüştekilere göre teravih namazından amaç Kur’an-ı Kerimi hatmetmektir. Bunun için her rekatta on ayet okumak suretiyle, bir ayda kılınacak toplam 600 rekat teravih namazıyla 6000 küsür ayet olan Kur’an’ı, Ramazan’da bir defa hatmetmenin uygun olacağı  belirtilmiştir. Hatta bazı görüşlere göre rekatlarda biraz daha fazla ayet okuyarak, ya da vitri de katarak hatm-i şerifi Kadir Gecesi’nde tamanlamanın daha faziletli olduğu da söylenmiştir. Böyle hareket edenlerin Kadir Gecesi’nden sonraki gecelerde Teravih namazlarını terk etmelerinin mekruh olmadığı da ifade edilmiştir. Çünkü onlara göre teravih namazı Kuran-ı Kerimi hatmetmek için meşru olmuştur.- Burada, Kur’ân-ı kerimin, yirmişer sayfadan oluşan otuz cüze ayrılmış olması da, sanki teravih namazında, her rekatta bir sayfa olmak suretiyle,   yirmi rekatta da bir cüz, otuz Ramazan gününde de Kur’ân-ı Kerimin tamamının okunması, yani böylece bir hatmin tamamlanmasının  amaçlandığını akla getirmektedir ki, bu fazla  uzak bir ihtimal değildir-.  Günümüzde  bazı camilerde de ve özel olarak da evlerinde bu sünneti devam ettirenler vardır. -Böylece bu sünnet-i kifaye de yerine getirilmiş olmaktadır.- Ancak bunu genele yaymak, genel olarak bunu devam ettirmek günümüz şartlarında mümkün değildir. Esasen eskiden de mümkün olmamıştır. Peygamber’in (sav) bu namazı cemaatle kılmaya dördüncü gün çıkmaması ve “size farz olmasından, sizin de altından kalkamayacağınızdan korktum..” demesinin bir nedeninin de namazın bu özelliğinden kaynaklanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Günümüzde cemaat sayısını arttıracak tarzda teravih namazını tadil-i erkana riayet ederek kıldırmak ve buna yönelik faaliyetlerde bulunmak daha eftaldir. (Krş., İbn Abidin, II, 46- 47) 

[6] Burada farz olma endişesine değişik yorumlar getirilmiştir; en uygunu, Peygamber (sav) şayet bu namazı devam ettirirse ashab-ı kiramın da bu namaza devam ettiklerini gören bir müçtehit de bunun farz olduğunu zanneder de kendine farz olur, endişesidir. Çünkü, bilindiği gibi, müçtehit bir şeyin farz olduğunu kanaat getirirse o şeyle amel etmek kendisine ve onun ictihadıyla amel edenlere farz olur.

[7] İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye Hz. Ömer’in bu yaptığı sorulunca şu cevabı vermiştir: “Teravih sünnet-i müekkededir. Ömer bu işi kendiliğinden ortaya çıkarmış, uydurmuş değildir. Bunu ancak elinde mevcut bir asla, Resulullah (sav)’den bellediği bir malumata binaen emretmiştir.” demiştir. (İbn Abidin, II, 43)

 

     



2972 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
ÜYELİK

SİTE MENÜSÜ